Otajournal 二十八

Güneşin doğduğu ülkeden güneşin battığı ülkeye yeniden selamlar.

Image result for otajournal

Girişten de anlayabileceğiniz üzere Japonya’ya geri dönmüş bulunuyorum. Benim için uzun ve sancılı bir süreç oldu ama sonunda temelli olarak döndüm. (Aslında şu an hile yapıyorum, zira bu satırları şu anda Çanakkale’deki evimden yazıyor olmama rağmen, siz burayı okurken Tokyo’da olacağım. Yazıyı yazdıktan sonra hemen yayınlamak yerine, -herhangi bir rötar durumu yaşanmazsa- uçağım tam Japonya’ya indiği saat ve dakikada blogda yayınlanacak şekilde ayarladım.)

Bir önceki Otajournal‘da “Japonya aşkımı” uzun uzun anlattığım için bu bölümde ne yazacağım konusunda kararsız olmakla birlikte, benim için böylesine tarihi bir anı boş geçmek de istemediğim için, birkaç satır da olsa bir şeyler karalamak istedim. Ben de Japonya’ya geri dönüş sürecimi anlatayım dedim.

Önceki bölümde kelimesi kelimesine şöyle bir ifade kullanmıştım:

“(…) Herhangi bir terslik olmadığı sürece en iyi ihtimalle yaz ortası/sonu, en kötü ihtimalle de güz başı/ortası gibi Japonya’ya döneceğim.

Eh, o yazı ile bu yazının yayınlanma tarihleri arasında bir yıldan fazla bir süre olmasından da tahmin edebileceğiniz gibi, evdeki hesap çarşıya uymadı ve yaz geldiğinde de, güz geldiğinde de güneşin doğduğu ülkeye dönemedim. Dönüşümü fazlasıyla sekteye uğratan talihsizliklerimi buraya teferruatıyla yazarak özel hayatımı paylaşmak gibi bir niyetim yok. Ancak en azından şunu bilmenizi isterim ki, başıma gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. Yapım gereği az çok garantici bir insan olduğum için, 2017 sonunda araştırma programım bitip Türkiye’ye geldiğimde, Japonya’ya geri dönmemi garantiye alacak A, B ve C planlarım mevcuttu. Bunların üçü de sırayla suya düştü. Birinci planım, güvendiğim bir insanın bana yan çizmesiyle, ikinci planım beklenmedik ailevi sebeplerle, üçüncü planım ise tamamen benim beceriksizliğim yüzünden elimden uçtu gitti. Ben de artık vatanım olarak gördüğüm bu ülkeye dönebilmek için kitaptaki en eski yönteme başvurdum: sıfırdan bir iş aramak.

Eğer benim gibi Japonoloji mezunuysanız, akademik seviyede belgeleyebileceğiniz tek vasfınız Japonca eğitiminiz ve bilginizdir. Bu da, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkede özellikle Japon şirketlerinde işe girerken son derece işinize yarayacak bir vasıf olmakla birlikte, bu dili 127 milyon insanın hâlihazırda anadil olarak konuştuğu bir ülkede tek başına pek bir şey ifade etmez. Bu da sizi -eğer Japonya’da sizi torpille işe alacak tanıdığınız şirket başkanı bir arkadaşınız yoksa- şu üç alternatiften birini seçmeye yönlendirir:

  1. Tokyo’nun Sumida semtinde yer alan şirketinizin sekizinci katındaki Skytree manzaralı ofisinizde dolgun sayılabilecek bir maaşla çalışan bir salaryman olma hayalinizden vazgeçeceksiniz ve Tokyo’ya yedi yüz kilometre uzaklıkta olan Tottori vilayetinin 3 bin nüfuslu Kōfu kasabasında bulunan bir kaplıca otelinde, çok da iyi sayılmayacak bir maaş karşılığında yeri geldiğinde günde on saat boyunca yatak düzeltecek, oda servisi yapacak, müşteri karşılayacak bir taşeron işçi sıfatıyla çalışmaya razı olacaksınız.
  2. Bir süredir birlikte olduğunuz Japon sevgilinizle* evleneceksiniz ve karşılığında aldığınız evlilik vizesi aracılığıyla elde ettiğiniz haklar sayesinde, Japon vatandaşlarının çalışmaya tenezzül etmediği; normal çalışma veya öğrenci vizesi sahibi yabancıların ise çalışmalarının yasak olduğu için eleman sıkıntısı çeken işletmelerden birinde yarım zamanlı bir işe gireceksiniz ve hayatınızı belirsiz bir süre boyunca prekarya sınıfına mensup olarak idame ettireceksiniz. (*: Sırf vize almak uğruna Japon bir arkadaşınız ile anlaşarak formalite evliliği yapmak veya yeni tanıştığınız bir Japon vatandaşını kandırarak evlenmek gibi planlarınız varsa hiç umutlanmayın. Bir akıllı siz değilsiniz. Zira Japonya göçmen bürosu evlilik vizesini pilav dağıtır gibi dağıtmıyor; geçmişinizi çatır çatır araştırıyor ve vize görüşmesinde müstakbel eşiniz ile sizi çapraz sorgulamaya sokuyor. Bu yüzden evleneceğiniz kişinin gerçek sevgiliniz olması şart.)
  3. Japonca dışındaki vasıflarınızı (diğer yabancı diller, programlama dilleri, mezun olduğunuz başka üniversiteler, geçmiş iş tecrübeleriniz vb.) belge ve sertifikalar ile somutlaştırarak CV’nize ekledikten sonra hayatınızın odağını tamamen iş aramaya çevireceksiniz. Yeri gelecek günde altı yedi saat boyunca adeta mesai yaparmışcasına sizin özellik ve yeterliliklerinize sahip eleman arayan şirketleri araştıracak, bunlara tek tek mail yollayacak, şanslıysanız mülakatlarına girecek, defalarca reddedilecek ve aylarca sürecek bu angaryadan sonra -kesinlikle şansın da yardımıyla- bir işe kapak atacaksınız.

Ben üç numaralı opsiyondan ilerledim ve Haziran’da mezun olmamla başlayan dokuz aylık inanılmaz umutsuz bir iş arama süreci sonucunda amacıma ulaşarak gayet iyi bir şirketle anlaşma yaptım. Aslında bunun dokuz aya uzaması biraz da benim suçumdu. Beni bilenler bilir, saplantı seviyesinde Tokyo takıntısı olan bir insan olduğum için çalışacağım yerin de kesinlikle Tokyo’da olması, en kötü ihtimalle Greater Tokyo Area denen ve Tokyo’ya maksimum bir buçuk – iki saat uzaklıkta olan komşu vilayetlerden birinde bulunması gerekiyordu. İş aramaya da bu düsturla başladım ve Tokyo dışındaki şehirlerden gelen pek çok iş teklifini kendi elimle geri çevirdim. Amacı “en kısa sürede Japonya’ya dönmek” olan biri olarak bu yaptığımın saçmalık olduğunu fark ettiğimde ise aylar geçmişti ve artık geri dönemezdim. Bu yüzden mevcut işimi bulana kadar depresif bir şekilde olsa da Tokyo hedefiyle iş aramaya devam ettim. İyi ki de etmişim. Mart ortalarında bulduğum bir şirkete kabul edildim. Nisan’ın başından beri uğraştığım vize işlemlerim pürüzsüz bir şekilde ilerledi ve bana iki yüz yıl gibi gelen iki yıllık bir aradan sonra şu anda (en azından siz bu yazıyı okurken) Japonya’dayım.

Evimdeyim.

Japonya’da toplu bıçaklama

Yerel medyada yayınlanan haberlere göre, olay ikinci dünya savaşından beri Japonya’da yaşanmış en kötü kıyım.

Screenshot_25.png

Bu sabahın erken saatlerinde, Tokyo’nun 50 kilometre batısında bulunan Kanagawa prefektörlüğüne bağlı Sagamihara şehrindeki bir engelli bakımevinde gerçekleşen ve 19 kişinin hayatını kaybettiği bu kanlı olayda ayrıca 20 yaralı ve 6 ağır yaralı bulunuyor.

Toplu cinayet, Japonya saatiyle 02:30’da meydana geldi. Bıçaklı bir adam, Tsukui Yamayuri-en bakımevine girdi ve yaşları 19 ilâ 75 arasında değişen engelli vatandaşlara saldırdıktan sonra kaçarak kayıplara karıştı.

Olaydan bir saat kadar sonra elinde bir çuval bıçakla polise teslim olan 26 yaşındaki katil Satoshi Uematsu‘nun, aynı bakımevinin eski bir çalışanı olduğu ortaya çıktı. Daha önce de haneye tecavüz ve cinayet girişiminden sabıkası bulunan Uematsu, polise verdiği ifadede “İleri derece engellilerin ölmesi daha iyidir.” ifadesini kullandı.

Japonya’da Radyasyon Gıdalara Bulaştı

Ağır hasar gören Fukuşima nükleer santrali radyasyon saçmaya devam ediyor. Santralin çevresindeki ekili alanlarda tarım ürünlerinde ölçülen radyasyon miktarının yükselmesi endişeleri artırdı

Japonya'da radyasyon gıdalara da bulaştı

Fukuşima bölgesinden taze süt ve ıspanak satışı yasaklandı. Japon hükümeti, bölgedeki Iitate köyünde sularda litre başına radyoaktif iyot miktarının üç katına çıktığını açıklayarak, musluk suyunun içilmesini yasakladı.

Fukuşima bölgesine komşu Iwate ve Ibaraki’de ıspanaklarda radyoaktif iyota rastlandı. Ölçülen miktarın, sınır değerin 27 katı olduğu belirtiliyor. Fukuşima nükleer santralinin 100 kilometre güneyindeki Hitachi’de ıspanaklarda ölçülen radyoaktif iyot miktarı sınırın 27 katı, sezyum miktarı yaklaşık dört katı olarak saptandı. Fukuşima çevresindeki sütlerde de radyasyon miktarının arttığı belirlendi. Japon yetkililer, sözkonusu bölgelerde radyasyon bulaşmış gıda maddelerinin satışa sunulmasının durdurulması çağrısında bulundu.

Tokyo’da da alarm

Haftasonunda, Fukuşima’ya 240 kilometre uzaklıktaki başkent Tokyo’da da içme suyunda radyoaktif iyot tespit edildi. Tokyo sokaklarında ise gündelik yaşamı sürdürme zorunluluğunun ağırlığı hissediliyor. Vatandaşlar, hükümetin, sebzelerin güvenli olduğu, sadece yıkanması gerektiği yönündeki açıklamasına güvenmek zorunda. Ancak yine de alışverişte düşüş hissediliyor.

Pazartesi günü rüzgarın kuzeydoğuya, Pasifik’e doğru yön değiştirmesiyle Tokyo bir nebze olsun rahat nefes aldı. Fukuşima nükleer santralinin kuzeyindeki bölge ise hala radyasyon tehdidi altında. Fukuşima’ya 200 kilometre uzaklıktaki Sendai’de insanlar ellerinden geldiğince radyasyondan korunmaya çalışıyor. Genç bir fabrika işçisi şunları söylüyor:

“Radyasyondan dolayı gerçekten de gerginim. Sürekli radyo dinleyip, son gelişmeleri öğrenmeye çalışıyorum. Dışarı çıktığımda da mutlaka maske takıyorum ve derin nefes almamaya çalışıyorum.”

Reaktörlerdeki işçiler kendilerini feda ediyor

Canları pahasına nükleer reaktörlerde bir faciayı önlemek için çalışan uzman ve işçilerin durumu ise daha da düşündürücü. Alman radyasyon biyoloğu Edmund Lengfelder, santralde kalan her iki kişiden birinin ölüm tehlikesi altında olduğunu belirterek, “Genç yaştaki on kişiden oluşan bir grup 12 saat boyunca böyle bir radyasyona maruz kaldığında, yarısı, yani beş kişi kısa süre içinde yaşamını yitirecektir” dedi. Lengfelder, Frankfurter Rundschau gazetesine verdiği demeçte, grubun hayatta kalan diğer yarısının ise çok büyük bir kanser riski altında olacağını belirtti. Japon Nükleer Güvenlik Kurumu NİSA’nın verilerine göre reaktörlerde üç yüz itfaiyeci, asker ve işletmeci firma Tepco’dan teknisyenler çalışıyor.

via | Deutsche Welle Türkçe