Otajournal 三十一

Otuz birinci journal girimden herkese merhabalar. Otuz bir. Komik sayı. Nedenini bilmiyorum.

Yıllık iznimin son günündeyim. Yıllık izin dediysem de öyle yirmi otuz günlük bir tatildeydim şeklinde anlaşılmasın, sadece bir buçuk hafta uzunluğundaydı. “Tatil” olup olmadığı dahi şüpheliydi, zira bu bir buçuk haftalık süre zarfında sadece bir kez sinemaya gitmek dışında ne bir yerlere seyahat ettim, ne de bir etkinlik içerisinde bulundum. Aslında 12-13 Ağustos tarihleri arasında düzenlenmiş Comiket 102‘ye gidip birkaç seksi cosplayer stand görsem olurmuş, ancak unuttum.

Staj ve öğrencilik gibi uzun süreli de olsa nihayetinde geçici olan ıvır zıvırı bir kenara bırakırsak, Japonya’ya temelli olarak yerleşeli dört yıldan fazla oldu. Dört yıldır her sene Comiket’e gitmeye niyetlenip, her seferinde unutuyorum. Kaçırdığım yedinci veya sekizinci Comiket oldu bu. Ancak Eylül ayında Tokyo Game Show‘a gitme konusunda kararlıyım, hâlâ bilet almadım ancak alarm kurdum. Bu sefer unutmayacağım. Umarım.

Yukarıda sinemaya gittiğimden bahsetmiştim. Japon tankie duayen yönetmen Miyazaki Hayao‘nun altıncı son filmi olan Kimitachi wa Dō Ikiru ka‘ya gittim. Filmin kendisinden ziyade PR çalışması oldukça enteresan. Film hakkında ne bir fragman yayınladılar, ne de son derece müphem olan tek posteri dışında herhangi bir görsel servis edildi. Anlaşılan o ki kulaktan kulağa yayılarak popüler olması planlanmış. Bir de bu filmin, Miyazaki emekliye ayrılmadan önce çekeceği son film olacağı ifadesi var tabii, ancak bu beni sadece güldürdü. Anime alemine yeni girmiş olanlar pek bilmez ama Miyazaki dedemiz 1997 yılında çektiği Mononoke-hime‘den beri her yönettiği film için bu ifadeyi kullanıyor. Kendisi 26 yıl önce yılında Mononoke-hime için “bu çekeceğim son film” dedikten sonra beş uzun metraj film daha yönetmiş. Yönettiği kısa filmleri ve yazarlık yaptığı filmleri de hesaba katarsak on dört film ediyor. Hobi olarak son filmini çekiyor kendisi düzensiz aralıklarla.

Filmin kendisine gelince, hakkında her şey sır gibi gizlendiği hâlde oturup incelemesini yazmak ne kadar etik olur bilemiyorum. O yüzden bunu yapmaya pek niyetim yok. Ancak bu filmi tek kelimeyle özetlemem gerekseydi, seçeceğim kelime muhtemelen “odaksız” olurdu. Belirli bir konuya fokuslanmadan, bir oraya bir buraya çekip götürmesi, bir yerden sonra benim filmi takip etmemi bir nebze zorlaştırdı. Howl no Ugoku Shiro için de uzun yıllardır bu şekilde düşünüyordum, ancak bu film tüm düşüncemi değiştirdi. Belki benim filme uykulu/uykusuz gitmiş olmamın da bunda rolü vardır diyeceğim ama, yok. Yine de tipik bir Ghibli filmi olarak gerek animasyonlar, gerek çizimler on numara beş yıldır. Tam bir görsel şölen. Her Miyazaki filmi gibi hardcore bir manzara pornosu. İyi anlamda.

Şu sıralar oynadığım bir Japon oyunu yok. Onun yerine Baldur’s Gate 3‘ü oynayıp bitirdim. Oyun hakkında benim yapacağım ve yapabileceğim her şeyi geçenlerde yakın arkadaşım loykad yazdı, açın okuyun. Altına imzamı, kaşemi, mührümü, her şeyi iliştiriyorum.

Onun dışında, üç ay sonra uzun adıyla Ryū ga Gotoku 7 Gaiden: Na wo Keshita Otoko, kısa adıyla Yakuza 7.5, İngilizce adıyla Like a Dragon Gaiden çıkıyor. En sevdiğim oyun serilerinin başında gelen RGG’ye ait ilginç bir yan oyun olacak. Yıllar içerisinde RGG’nin spin-off diye de tabir edebileceğimiz pek çok yan oyunu çıktı. Kiryu’nun büyük dedesi Miyamoto Musashi ve saz arkadaşlarının anlatıldığı Kenzan olsun, Sakamoto Ryoma’nın Shinsengumi’ye katıldığı Ishin olsun, Kamurochō’nun zombi istilasına uğradığı Ryū ga Gotoku OF THE END olsun, yakuzalardan uzaklaşıp bir sokak serserisinin ana karakter koltuğuna oturduğu Kurohyō ikilemesi olsun, yüksek bütçeli Gyakuten Saiban da denebilecek Judge Eyes ve Lost Judgment olsun… Ancak ilk defa canon bir yan oyunda Kiryu’nın hikâyesi devam ettiriliyor ve ben bu yüzden bu oyuna spin-off denmesine bile pek hoş bakamıyorum. Bakalım. Az kaldı.

Aa yazı bitmiş.

Yorum